Neden Radikal ve Kolektif Bakım?

Türlü yollar yürüyoruz, kimi zaman kalabalıklarla, kimi zaman kümeler halinde ya da yalnız; kimi zaman bir şeyler kurmaya çalışıyoruz, kimi zaman yıkmayı istiyoruz alabildiğine. Kapitalist ve patriyarkal düzene, etrafımızdaki sömürücü iktidar ilişkilerine irili ufaklı isyanlarımız var. Mücadelemiz her zaman sürüyor; belki geçmişte bıraktığımız ya da bırakmak istediğimiz felaketlerle, belki ayrıştıran, yaftalayan, ‘suçlu’laştıran sistemlerle. Bizler, ayrıcalıkları olmayanlar, ezmeyi ve tüketmeyi reddedenler, toplumsal normları, ahlakı ve hegemonyayı bir türlü benimsemeyenler, başka türlü bir dünya düşleyenler, hayatta kalmak ve özgürleşmek için temelde birbirimize ihtiyaç duyuyoruz. İçinde yaşadığımız baskıcı politik, ekonomik ve toplumsal sistemlerde ilişkilerimizin bozulması, travmaların birikmesi, yalnızlaşmak ya da tükenmek işten bile değilken bütün bunların karşısında karşılıklı bağımlılıklarımızı farkederek birbirimizi desteklemenin, onarmanın, iyi oluşumuzu kolektif olarak gözetmenin yollarını bulabiliriz.

Yaşadığımız bu yerde, özellikle Gezi direnişi ile ani bir yükseliş ve düşüş geçiren toplumsal hareketlilik, ‘barış süreci’nin yerini savaşa bırakması, patlamalar, tüm kaybettiklerimiz, olağanüstü hal ve sıkıyönetim, sıkıştıran sınırlar, baskılayan ‘güvenlik’ uygulamaları, güvencesizlik ve belirsizlik, hepten şiddetlenen kriz ve aldığımız tüm hasarlar bizleri korku, ümitsizlik ya da bezginlik ile birbirimizden uzaklaştırdı; yalnızlaştırıldık ya da yalıttık kendimizi.

Bu süreçte neoliberal kapitalist yapılar toplumsal yaşamın her düzeyinde güvencesizlik ve yabancılaşmayı dayattıkça bir yandan özgül travma ve sıkışmışlıklarımızla başederken bir yandan da kolektiviteyi sürdürmemiz doğal olarak zorlaştı. Bu yüzden sadece kendi iyi oluşumuzu yeniden temin etmek ve direncimizi arttırmaya değil, kolektif örgütlenişlerimizi onarmaya, hasar görmüş güven ilişkilerimizi yeniden kurmaya da ihtiyacımız var. Bunun için birlikte örgütlenmek ile birbirimizi gözetmek için karşılıklı bakım vermek arasındaki bağları kurmak gerekiyor.

Öte yandan, neoliberal müdahaleler ile bakım pratikleri halihazırda iyiden iyiye bireyselleştirilmiş ve ticarileştirilmiş durumda olduğu için bu pratikleri tam tersine kolektifleştirmek radikal bir eylem ortaya koymak anlamına geliyor. Kurumlaşmış düzenlemelerle bakımın kime sunulduğu ve kimlerden esirgendiğini, kimin hayatta kalabilmek ya da iyi olabilmek için özbakım araçlarına ulaşabildiği, kim(ler)in bakım görevini üstlendiğini ve bakım emeğinin nasıl görünmez ya da güvencesizleştirildiğini düşünürsek bu konunun mücadele ettiğimiz tüm alanların kesişiminde olduğu çıkıyor ortaya.

Yine de maalesef bakım ihtiyacı ve pratikleri örgütlenme alanlarımız ve süreçlerimizde pek de önceleyebildiğimiz bir konu değil. Herhangi bir vesileyle belirse de ‘asıl mevzu’yu dağıtan, aciliyeti olmayan bir konu olarak değerlendiriliyor, ‘fazla’ hassaslık ya da çok ‘kendine düşkünlük’ olarak yargılanabiliyor, ya da nasıl ele alınacağı bilinmediği için bir tedirginlik duygusu ile kenara bırakılabiliyor. Kolektif süreçlerde ortak zeminimizi bulmaya çalışırken çatışmaları, farklılıklarımızı, değişen ihtiyaçlar ve duyarlılıklarımızı kolayca gözardı edebiliyoruz. Ayrıca, herhangi bir örgütlenme içinde olmasak da gündelik hayatın içinde, dahil olduğumuz toplulukta, belli bir amaç için süreli olarak kurulan alanlarda ya da her daim yeniden oluşan sosyal bağlar içinde aslında ne kadar birbirimize bağımlı olduğumuzu gözden kaçırabiliyor, birbirimize ve oluşturduğumuz toplama karşı ya duyarsız ya da yetersiz hissedebiliyoruz.

Tüm bu sebeplerden şu soruları gündeme getirmeyi öneriyoruz: (öz)bakımdan ne anlıyoruz ve bakım sorumluluğunu kimlere atfediyoruz; özbakımı bir ayrıcalık değil bir gereklilik, direnişin devamlılığı için ve sosyal ilişkilerimizin esas bir unsuru olarak nasıl ele alabiliriz; bireysel ve kolektif ihtiyaç ve arzularımızı (farklı ihtiyaçlar arasında hiyerarşi oluşturmadan) nasıl ele alabiliriz; nerelerde zaten karşılıklı dayanışma, kolektif ve topluluk temelli bakım pratiklerine sahibiz (ya da nerelerde yenilerine ihtiyacımız var); benimsediğimiz, idealleştirdiğimiz ya da ister istemez içinde bulunduğumuz sosyal alanlarda şiddet, taciz, çatışma ve iktidar ilişkileriyle başetmek için yeterli mekanizmalarımız var mı (yoksa nasıl kurabiliriz).

Nereden Bakıyoruz?

Siyah feminist Audre Lorde’un “benim kendime bakmam kendine düşkünlükten değil, kendimi korumak için; ve bu da bir politik savaşım eylemidir” dediği yerden bakım ve özbakımın politikleştiğini görebiliriz. Feministler yıllardır bakım konusunu ele alarak özellikle cinsiyetlendirilmiş iş bölümü ve bakım emeğini kaçınılmaz biçimde kadınların üzerine yükleyen partiyarka üzerine, bakım emeğinin ücretli ya da ücretsiz olması ve bakım işlerinin ırksallaştırılmış ya da göçmen kadınlara güvencesiz koşullarda yaptırılıyor olmasına dair önemli eleştiriler sunuyorlar. Fakat buradan bakarak bakımı sadece cis-kadınların meselesiymiş gibi ele almaktansa tartışmayı genişletme, bakımın toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf, sağlamlık ve heteronormativite gibi çeşitli boyutlar üzerinden de nasıl pratik edildiğini ve nerelerde ayrıcalıkların söz konusu olabileceğini tartışmayı gerekli buluyoruz. Bakımı hem hayatta kalmak ve temel ihtiyaçları karşılamak, hem de direnişi sürdürecek dayanışmacı kolektif alanları örgütlemek açısından ele alırken, sistemin sunduğu koşullar ve arızaları, bireylerarası ilişkilerimizi nasıl kurguladığımızla birlikte ele almak niyetindeyiz.

Günümüze özbakım kavramının daha çok bilinen, neoliberal karşılığında bakım, çalışma, aktivizim gibi diğer eylemlerden ayrışan ve kişinin kendi zamanında yaptığı aktiviteler olarak anlaşılır; bu aktiviteler sayesinde kişi verimliliğini sürdürerek arızalı bir sistemi reddetmek/dönüştürmek ya da ona karşı koymak yerine onunla başetmeye çalışır. Bu tür bir özbakım “üretimi sürdürmeye yetecek düzeyde işlevsel” olmak anlamında bir sağlıklılık ve iyi oluş sağlamayı hedefler. Bu yaygın tanım özbakımı bireysel ve tüketici bir aktiviteye dönüştürüyor olsa da tam tersine özbakımı hayatta kalma ve mücadeleye devam etme için bir araç olarak yeniden kavramsallaştırmak da mümkün. Böylelikle en temelde özbakımı kişinin kendi fiziksel, duygusal ve zihinsel iyi oluşunu bilinçli ve sürdürülebilir şekilde öncelemek niyetiyle gerçekleştirdiği eylemler ve rutinler – ki bu eylemler kişinin zamanı ya da parasına göre kısıtlanmamalı, sosyal ilişkilerinin bir parçası olmalıdır – olarak kullanabiliriz. Bu açıdan bakınca özbakım kolektif bakımla ilişkili bir dizi pratiktir.

Buradan yola çıktığımızda ‘kolektif bakım’ ifadesinden de öznelerin farklı ihtiyaçları, hassasiyetleri ve duyarlılıklarını farkederek, her bir özne için bakım verebilmek ve talep edebilmeyi, ayrıca kolektif alanlarda bunun için alan açabilmeyi anlıyoruz. Böylelikle kolektif bakım, karşılıklı bakımı benimseyen bir ilişkiler bütünü oluşturarak hem bir grubun hem de grup içindeki kişilerin direncini ve iyi oluşunu destekleyen bir sistemi ifade ediyor. Öte yandan, kolektif bakımın sadece bir sistem ya da süregiden bir yaklaşımı değil esnek ve geçici bir deneyimi de ifade edebileceğini düşünüyoruz: örneğin, süreli alanların örgütlenişine bir müdahale, ya da belli bir anda ortaya çıkan ortak ihtiyaçlar, kriz ve çatışma durumlarına yönelik kolektif olarak belirli mekanizmalar geliştirmek gibi. Bu sebepten bakımın kolektifleştirilmesi, sınırlar, sabitlenmiş konumlar ve hiyerarşileri aşan bir kolektif sorumluluk ve dayanışma tahayyülü sunuyor.

Farklı yerler ve zamanlarda çeşitli kolektif bakım sistemleri karşılıklı destek (mutual aid) ve topluluk temelli bakım (community care) modelleri olarak da ortaya çıktı. Hayatta kalma olanaklarının kısıtlandığı ya da kurumsal yapıların çeşitli ihtiyaçlara yönelik hizmetleri her gruba adil bir şekilde sunmadığı durumlarda; örneğin marjinalleştirilmiş ve gettolaştırılmış mahallelerde ya da doğal afet, salgın durumlarında, kişilerin birbirlerinin ihtiyaçlarını kendi imkanları ve becerileri dahilinde karşılama girişimleri üzerinden oluşan karşılıklı dayanışma sistemlerinin bazılarının etkileri bugüne kadar devam etmiştir. Amerika’daki Siyah Panterler’in oluşturduğu ‘hayatta kalma programları’ gibi. Ya da kuir topluluğun, hele ki ırksal ve sınıfsal olarak daha çok ayrıştırılan kesimde yer alan bir kuir topluluğun birbirlerinin fiziksel, duygusal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamak için kurduğu topluluk içi destek mekanizmalarıyla ortaya çıkan topluluk temelli bakım örneklerini gözden kaçıramayız.

Ezcümle, işte tüm bu konular, kaygılar ve ilhamlar etrafında karşımıza çıkabilecek tartışmaları, önerileri, denemeleri biraraya getirmek istiyoruz. Aslında biz de en baştan bu konularla başetmek için neler yapmak gerektiğini, ne yöntemler kullanabileceğimizi bilmiyoruz; sadece bu vesileyle birlikte öğrenmeye ve paylaşmaya niyetleniyoruz. Dünyanın farklı yerlerindeki mücadelelerden beslenen kuir, feminist, antikapitalist, antiotoriter, kolektif veya bireysel deneyimlerin oluşturduğu yazılar, yöntemler, araçlar, rehberler, sözlü, yazılı, işitsel materyalleri biraraya getirelim, elimizdeki avucumuzdakileri kolektifleştirerek iyi oluşumuz için ihya edelim diyoruz. Sizlerin de içinden gelir katkı sunmak isterseniz her zaman bekleriz.